İzledim: Giydirici

Yaklaşık okuma süresi: 5 dakikaİstanbul Devlet Tiyatrosu‘nun Giydirici oyununu dün akşam annemle birlikte Kozyatağı Kültür Merkezi‘nde izledim. Esasen Giydirici’yi izlemek için ilk niyetlenmem bu değil. Geçtiğimiz sezon nisan ayında oyunun yine aynı sahnedeki temsiline bilet almıştım fakat oyuncu rahatsızlığından dolayı oyun iptal edilmişti. Bir sene sonra yeniden oyun programında kendime uygun bir temsil denk getirebildim.

Giydirici, Ronald Harwood‘un kaleme aldığı bir oyun. Orijinal ismiyle Dresser. Harwood bu oyunu kendi yaşamında öneme sahip olan bir süreç üzerinden hikâye ederek kurmuş. Harwood tiyatro yaşantısının hemen başında, Shakespeare Company kumpanyasında Sir Donald Wolfit‘in beş sene boyunca kişisel giydiriciliğini yapmış. Tiyatro serüveni içinde kilometre taşı sayılabilecek bir dönemi önce oyunlaştırıp daha sonra Oscar’a aday gösterilebilecek bir film senaryosu hâline getirmenin kişiye ne denli manevi bir doygunluk yaşatacağı konusunun üstüne kafa yoruyorum öğrendiğimden bu yana. Hem kendi hikâyesi olmasından hem de ortaya çıkan eseri giydiriciliğini yaptığı Sir Donald Wolfit’e bir minnet olarak kaleme aldığını düşündüğümden -bu minnetin yanında oyunda bazı sitemlerin de es geçilmediğini düşünüyorum- bu ayrıntı beni oyundan daha fazla etkiledi. Tabii hemen ufak bir internet taramasıyla olayların kronolojisine göz attım. Giydirici ilk olarak 1980’de Queen’s Theatre‘de oyun, 1983’de Peter Yates yönetmenliğinde film olmuş. Sir Donald Wolfit ise 1968’de, bu eserlerin hiçbiri ortada yokken bu dünyadan ayrılmış. Merak ettiğim konulardan birisi Sir Donald Wolfit’in vefatından oyunun sahnelendiği tarihe kadarki zamanın nasıl geçtiği. Oyun daha önce yazılmıştı da bir nevi ortaya çıkacağı zamanı mı bekliyordu? Yoksa Harwood bu süreçte yaşananları sindirerek mi oyunu yazdı? Türkçe bir baskısına rastlayamadığım ama sorularıma cevap olacak bilgileri içerdiğine dair şiddetli hissimin olduğu Sir Donald Wolfit: His Life and Work in the Unfashionable Theatre isminde bir biyografi kitabı varmış. En son Stephen Greenblatt’in Will in the World kitabının Türkçe’ye çevirilmemiş olmasına hayıflanırken birkaç ay sonra Everest Yayınları Muhteşem Will ismiyle çevirip yayınlamıştı kitabı. Neden yine olmasın diye avutmaya başladım kendimi.

Kişisel meraklarımdan sonra tekrar oyuna dönecek olursam, oyunun yönetmenliğini Hakan Çimenser yapıyor. Aynı zamanda oyundaki kumpanyanın baş oyuncusu Sir rolünü de oynuyor. Bu seçim bence mühim ve yerinde. Oyun sahneye hazırlanırken tahmin ediyorum ki Hakan Çimenser hem Ronald Harwood hem de Sir Donald Wolfit hakkında birçok şeyler taradı, okudu ve izledi. Ronald Harwood’un hayatından azade tutamayıp eser hâline getirecek kadar önemsediği bu dönemin yönetmen tarafından farklı bir oyuncudan beklenmesi nafile bir çaba olabilirdi. Bu kararın sahnedeki tezahürlerini de etkili buldum.

Oyun II. Dünya Savaşı’nın sürdüğü esnada tiyatro yapmak için çabalayan bir kumpanyanın büyük ölçüde kendisiyle, beraberinde savaşla verdiği mücadelesini konu alıyor. Sürekli hava saldırılarının yaşandığı, insanların ansızın yapılacak bir çağrıyla sığınaklara doluşmasının an meselesi olduğu bir atmosferde tiyatro yapmak ve tiyatro izlemek için çabalayan insanların hikâyesi gibi görünüyor başta tüm oyun. Fakat ilerleyen dakikalarda dışarıdaki savaş haricinde kumpanyanın içinde de topsuz tüfeksiz bir savaşın zaman zaman cereyan ettiği görülüyor. Tiyatro sahnesinde olabilmek adına sağlığına hiçe sayanların, sevdikleri uğruna hayatını hiçe sayanların, şöhret uğruna gururlarını hiçe sayanların verdiği bir savaş. Kumpanya tüm aksiliklere rağmen daha önce yüzlerce defa oynadıkları Shakespeare oyunlarını sahneye koymak için insanüstü bir motivasyonla çalışıyor. Bu sürecin işlemesini sağlayan en büyük etken ise giydirici ve Sir arasındaki ilişki. Çoğu zaman ekibi bir arada tutan ve perdenin açılması için ellerinden geleni yapan bu ikili oluyor. Bir oyuncunun, Sir’ün kişisel varoluş kaygıları üzerinden şekillenen oyun aynı zamanda bir kumpanyanın ve beraberindekilerin akıbetini belirliyor.

Oyundan hatırı sayılır bir keyif alabilmek için Shakespeare oyunlarına ve karakterlerine temel düzeyde hakim olmak gerekiyor. Aksi takdirde birçok şey eksik ve havada kalabilir. En önemlisi oyundaki kumpanya Kral Lear oyununu oynuyor ve metinde oyunun derdiyle ilgili herhangi bir anlatım yok. Defaatle karakter isimleri geçiyor, kısa sahneler oynanıyor ama tüm bunlar daha önce Kral Lear okumamış veya izlememiş birisi için bütünün parçalarını tamamlamıyor. Yine ilk aklıma gelen örneklerden, Sir aynaya bakarak bu halimle Kral Lear’ı bir kenara bırak, Caliban oynayabilirim ancak diyor. Maalesef bu sahnede Caliban’ın çirkinliğini tahayyül edemeyecek olan izleyiciyi koca bir boşluk ve Caliban da kim? sorusu bekliyor. Bunun gibi pek fazla örnek var. Macbeth’den, Hamlet’den, Othello’dan, Fırtına’dan esintiler var. Bunun için oyun ekibinin yapacağı bir şey olduğunu sanmıyorum ama belki oyunun tanıtım metninde izleyiciye bir ipucu verilebilirdi oyunun mebzul miktarda Shakespeare içerdiğine dair. Devlet Tiyatroları’nın internet sitesindeki II. Dünya Savaşı’nda, ölümüne tiyatro yapan bir grup. metnini de özensiz bulduğumu da söyleyeyim yeri gelmişken bir tanıtım metni için. Daha sonra değiştirilmek üzere bir taslak olarak kaydedilmiş ve orada unutulmuş görüntüsü veriyor.

Oyunda giydiriciyi Celal Kadri Kınoğlu, Sir’ün eşini Hülya Gülşen, kumpanyanın sahne amirini ise Rüyam Perihan Dirin canlandırıyor. Oyunculardan en çok Rüyam Perihan Dirin’in oturaklı ve final sahnesine giderkenki yüksek performansının ipuçlarını oyunun en başından beri ufak ufak izleyiciye hissettiren oyunculuğunu beğendim. Diğer rollerde ise Celal Kadri Kınoğlu’nun arttırdığı tempoyu ve oyuna kattığı komedi unsurlarını Hülya Gülşen’in ciddi tavrı dengeliyor. Böylece oyun bir komedi veya dram yaftası yemekten uzak duruyor.

Oyunun ilk perdesini merakla ve daha canlı izledim. Fakat ikinci perdenin başından itibaren oyun benim için aşırı bulduğum bir maluma doğru gitmeye başladı. Daha önce metnini okumadığım bir oyundu Giydirici. Bu nedenle izlerken nasıl olacağının yanında ne olacağıyla da ilgili olduğumdan ikinci perdeden ilk perdedeki keyfi almadım. Final sahnesi apaçık bir şekilde gözümün önüne geliyor ama bir türlü sebeplerini yerli yerine koyamıyordum. Oyun hikâye olarak yüksek bir finalle bitmesine rağmen, izleyiciyi finale kadar adım adım hazırlayan hissi eksik ve yanıltıcı bulduğumdan düşük bir finalle bitmiş oldu benim için. Şüphesiz oyundan bana kalan en büyük kâr, Ronald Harwood ile tanışmak ve hayatının Giydirici oyunuyla paralellik gösteren yanlarını görmek oldu.

OYUN KÜNYESİ
Yazan: Ronald Harwood
Çeviren: Ergun Sav
Yöneten: Hakan Çimenser
Oynayanlar: Celal Kadri Kınoğlu, Hakan Çimenser, Rüyam Dirin, Hülya Gülşen, Ebru Demirdöven, Aral Seskir, Osman Tunca Soysal, Sinan Cem Çabuk, Güneş Yakın, Cem Şahin, Suzan Sabancı, Özgün Bayraktar
Süre: 2 saat 5 dakika (2 perde)