İzledim: Nora – Bir Bebek Evi

Yaklaşık okuma süresi: 4 dakikaNora – Bir Bebek Evi, İstanbul Şehir Tiyatroları‘nın geçtiğimiz ocak ayı sonunda ilk temsilini yapan oyunu. Kadıköy Haldun Taner Sahnesi‘nde izleme fırsatı buldum. Önceki sezonlarda Haldun Taner Sahnesi’nde çok daha fazla oyun izliyordum. Ama bu sezon gerek İstanbul Şehir Tiyatroları’ndaki yeni oyun sayısının azlığından gerekse de bu az sayıdaki yeni oyunun benim ilgili çekmemesinden ötürü sezon sonuna yaklaşırken üçüncü defa sahneye yolumun düştüğünü fark ettim. İlk ikisinin nedeni On İki Öfkeli Adam ve Şahane Züğürtler oyunlarıydı.

Nora – Bir Bebek Evi oyununun yönetmeni Ali Gökmen Altuğ. Daha önce kendisinin içerisinde yönetmen olarak bulunduğu oyunlardan yine İstanbul Şehir Tiyatroları’nın Oyunun Oyunu ve Oyun Atölyesi’nin Hansel ve Gretel’in Öteki Hikâyesi oyunlarını izlemiştim. Birini oldukça beğenirken diğerine epey mesafeli durmuştum. Nora – Bir Bebek Evi’ni üzerimde bıraktığı etkiyi göz önünde bulundurarak bu iki oyun arasında konumlandırabiliyorum.

Nora, bir kadın. Önceleri avukat, şimdilerde bir bankanın müdürü olan eşini çok seven bir kadın. Eşi ise oldukça disiplinli, otoriter, Nora’nın çocuksuluğunun yanında fazla ciddi duran bir adam. Bu tavrını yaptığı işlere de yansıttığı için senelerce icra ettiği avukatlık mesleğinden kendisini illegal yollara başvurmaya ittiği için rızasıyla vazgeçiyor. Fakat ne var ki çiftin yüksek gelir getirisinden dolayı büyük bir sevinçle karşıladığı bu iş değişikliği dışarıdan ilk bakışta sorunsuz görünen evliliklerini temelinden sarsmaya neden olacak sorunları beraberinde getiriyor. Üst üste gelen birkaç tesadüf ve üçüncü kişilerin eşinin konumunu kendi çıkarlarına kullanmak istemesi, Nora’nın tüm çabalarına rağmen eşinden senelerdir gizlediği sırlarının ortaya çıkmasına giden yolu adım adım açıyor âdeta.

Oyundan sonra sahneden çıkarken aklıma birkaç soru vardı. Bunlardan en önemlisi, hayatım boyunca karşısında durduğum, seçimlerimi ona göre yaptığım, etrafımdaki herhangi birinin yapmaya kalkıştığında kati şekilde karşı çıkacağım bir eylemi en sevdiklerimden birisi yaparsa tutumumun ne olacağı. Bir diğer soru ise çok iyi tanıdığımı sandığım, senelerce aynı hayatı paylaştığım birisinin benden insanüstü bir çaba göstererek gizlediği ama günün sonunda benim menfaatimi gözeterek gerçekleştirdiği bir eylemden haberdar olduğumda vereceğim tepkinin ne olacağı. Bu iki sorunun yanıtı oyunun da ana fikrini oluşturuyor aynı zamanda. Oyun içerisinde yaşanan türlü olayların bir çatısı gibi düşünmek mümkün bunları. Oyun, sahneleme tercihleri gereği izleyiciyle doğrudan interaktif bir iletişime girmiyor. Ama bu soruları izleyici kendi meşrebine göre yanıtladığında hikâyenin sonunu zihninde kendi istediği gibi bitirebiliyor. Oyun buna imkân tanır bir sakinlikte son buluyor.

Oyun bir açıdan Nora karakterinin izleyici gözündeki dönüşümünü gösteriyor. İlk perdenin hemen başında yaşantısı, alışkanlıkları, eşiyle olan iletişimi, ona olan maddi bağımlılığı gibi konular yüzeysel olarak ele alındığında kolayca yaftalanacak bir karakter olmasına rağmen hikâyesini öğrendikçe belki ona hak vermeye veya en azından anlamaya çalışmaya başlıyor izleyici. Bu da kendini pratik bir teste tabi tutmak için kullanışlı bir yöntem bence. Oyunun başındaki Nora ile sonundaki Nora arasında ne kadar keskin bir fark varsa o kadar ön yargılı bir bakışa sahip olduğunu görebilir izleyici. Ben bunu o akşam Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nin 7. sıradaki 1. koltuğunda bariz bir şekilde gördüm.

Oyunculardan Nora rolündeki Yeşim Koçak‘ı çok beğendim. Özellikle konusu ve oyundaki yerleşimleri itibarıyla kasvetli sahnelerde oyunculuğuyla en ufak bir boşluk hissettirmedi bana. Bilhassa oyunun ilk sahnelerindeki eğlenceli hâllerine göre bu sahneleri daha etkileyici oynadığını ve kendisine daha çok yakıştığını düşünüyorum. Keza daha önce İki Arada Bir Yerde oyununda izlediğim Cengiz Tangör‘ü ve Çürük Temel ve Sirke Tadında Böğürtlen Reçeli oyunlarında izlediğim Mert Tanık‘ı da beğendim. Yanlış hatırlamıyorsam Mert Tanık diğer iki oyunda da yine bir eş rolünü canlandırıyordu. İster istemez her oyundan sonra kafamda bir eş karakteri olarak daha kuvvetli yer ediyor. Bu algımı kırmak için kendisini farklı bir rolde izlemeyi isterim.

Son zamanlarda İstanbul Şehir Tiyatroları’nda izleyip beğendiğim az sayılı oyundan bir tanesi Nora – Bir Bebek Evi. Sanıyorum buna benzer bir şeyi en son geçen sene Mert Turak’ın tek kişilik performansı Karıncalar – Bir Savaş Vardı oyununu izledikten sonra söylemiştim.

Son olarak İstanbul Şehir Tiyatroları’nın yakın dönemleriyle ilgili bir izleyici olarak naçizane gözlemimden bahsetmek istiyorum. Özellikle genel sanat yönetmenliği görevini Erhan Yazıcıoğlu‘nun Süha Uygur‘a devretmesinden sonra arka arkaya çok fazla yeni oyun repertuvara eklendi. Bu süreçte yaşanan darbe girişimi ve sonrasındaki olağanüstü hâl uygulamalarıyla görevinden ihraç edilen oyuncuların yer aldığı oyunlar tamamen repertuvardan kaldırıldı veya görevlerine iade edilene kadar bir müddet oynanmadı. Bu arada da yeni oyunlar hazırlanmaya ve sahnelenmeye devam etti. Durum öyle bir hâl aldı ki 2016 – 2017 senelerinde izlediğim çoğu İstanbul Şehir Tiyatroları oyunu en geç bir hafta önce ilk temsilini yapmış oyunlardan oluşuyordu. Ne kadar nitelikli oldukları üzerine ayrıca uzun uzadıya konuşulabilir. Ama artık bu canhıraş bir şekilde süren oyun üretme ihtiyacının bir sonraki krize kadar ortadan kalktığını düşünüyorum. Üstüne daha fazla kafa yorulmuş, daha derinlikli oyunların ilerleyen aylarda İstanbul Şehir Tiyatroları repertuvarında yer almasını en azından umut ediyorum.

OYUN KÜNYESİ
Yazan: Henrik Ibsen
Çevirenler: Jale Karabekir, Feride Eralp
Yöneten: Ali Gökmen Altuğ
Oynayanlar: Berna Adıgüzel, Canan Kübra Birinci, Cengiz Tangör, Hakan Arlı, Mert Tanık, Nurdan Gür, Yeşim Koçak
Süre: 2 saat 5 dakika (2 perde)