Yaklaşık okuma süresi: 3 dakikaEzop Sahne‘nin Aşiyan oyununu önceki hafta Baba Sahne‘de izledim. Geçtiğimiz sezon izlemeye niyetlendiğim bir oyundu. Hatta sezonun son aylarında Oyun Atölyesi’ndeki bir temsiline bilet de almış olmama rağmen gidememiştim. Baba Sahne programında görünce bu defa kaçırmak istemedim.
Aşiyan, Bihter Dinçel‘in tek kişilik bir performansı. Aynı zamanda oyunun yazarı da kendisi. Bilhassa tek kişilik oyunlarda oyunu yazan ve oynayan aynı kişi olduğunda anlatılmak istenen hikâyenin izleyicinin zihninde en ufak bir boşluğa mahal vermeyecek şekilde aktarılabildiği kanaatindeyim. Nitekim Aşiyan’da da öyle oldu. Oyunun yönetmeni Cem Emüler ile Bihter Dinçel bu anlamda çok sahici bir oyun sahneye koymuşlar. Bihter Dinçel genç bir kadının bir erkekle ilişkisi etrafında şekillenen, içerisinde üç kuşak barındırmasına rağmen bu toprakların güncelinden, her gün ülkenin farklı bir yerinde patlayan bombalardan, başına bir şey gelecek korkusuyla evinden çıkmakta imtina eden insanlardan azade olmayan bir oyun yazmış. Oyunun geçtiği tarih yüksek sesle söylenmese de oyundaki ufak ipuçları takip edilerek kolayca takribi bir sonuca varılabiliyor. Yakın tarihimizde bazı olaylar var ki artık herkesin malumu. Bunları tekrar tekrar dillendirip göze sokmadan bir dönem atmosferi yaratıyor Aşiyan. Tabii buna bir korku atmosferi de denilebilir. Oyunu bu atmosferin içerisinde kendisini hapsolmuş hisseden yalnız bir kadının verdiği bir mücadele olarak okumak mümkün.
Yukarıdaki sahici kısmını biraz açmak istiyorum. Çünkü oyunla ilgili söyleyebileceğim en net şey bu. Aynı aileden üç kuşak kadının anne – kız ve anneanne – torun ilişkileri, başlarından geçen trajik olaylar sonrası yaşadıkları yıkım ve tüm bunların en küçükleri tarafından anlatılıyor oluşunun oyun sonunda benim üstümde bıraktığı etki rahatsız edici bir sahicilik oldu. Bu rahatsızlık öyle bir şiddette gösterdi ki kendini bir süre sonra aile içerisinde kalması gereken bir hikâyeye ortak olduğumu hissetmeye başladım. Olayların akışına müdahale edemeyen bir dinleyici çaresizliği ve derin bir iç sıkıntısıyla bitirdim oyunu.
Oyunda bahsi geçen karakterlerin kişisel ilgi alanları nedeniyle edebiyat ve müzik oyunda oldukça ön planda. Hatta salonun kapıları açılıp izleyiciler içeri alınmaya başladığında Bihter Dinçel sahnedeki koltuğunda yerini almış, müzik dinleyerek bekliyordu oyun saatinin gelmesini. Buradan itibaren başlayan bir nevi ev sahipliği oyunun bu denli gerçek bir şekilde beni etkilemiş olmasının sebeplerinden olabilir. Karakterlerin ekseriyetini üst kuşaklarından aldıkları bu alanlardaki birikimleri zaman zaman bir Cem Karaca şarkısı veya bir Oğuz Atay romanı oyunda kendisine bir yer bulabiliyor. Yine izleyicinin gözüne sokulmadan yapılan bunun gibi yerleştirmeleri seviyorum. İzleyiciye yeni bir referans kaynak veya daha önce tanışmış olanlar için ufak hatırlatma olabiliyor. Misal, oyundaki karakterin babasının Tezer Özlü’ye olan ilgisinden bahsettiği sahne, uzun zamandır okumadığım Çocukluğun Soğuk Geceleri‘ni yeniden okumak için içimde bir istek uyandırdı.
Oyunun sahne tasarımını Barış Dinçel yapmış. Sahnede beğendiğim detaylar karakterin hissiyat olarak içerisinde bulunduğu sıkışıp kalma hâlinin neredeyse tüm zamanını geçirdiği koltuğun tasarımıyla verilmesi ve evin dışarıya açılan kapısının erişilemez derecede uzakta olmasıydı.
İzleyiciyi zaman zaman ağlatacak kadar yoğun dertlere gark eden, zaman zaman ağız dolusu güldüren ve bundan dolayı olacak ki alabildiğine sahici bir oyun Aşiyan.
Yazan ve Oynayan: Bihter Dinçel
Sahne Tasarımı: Barış Dinçel
Kostüm Tasarımı: Başak Özdoğan
Yöneten: Cem Emüler
Süre: 1 saat 30 dakika (tek perde)