İzledim: Sokrates’in Son Gecesi

Yaklaşık okuma süresi: 3 dakikaGeçtiğimiz ay TiyatroÜçArtıBir, Sokrates’in Son Gecesi oyunuyla Moda Sahnesi‘ne konuk oldu. Arka arkaya iki gün yaptıkları temsillerin ilkinde izleme fırsatı buldum oyunu. Stefan Tsanev‘in metnini, aynı zamanda oyunun oyuncularından Mehmet Atay yönetiyor. Oyun, İsmail Bekir Ağlagül çevirisiyle oynanıyor. Oyundaki diğer oyuncular ise Oktay Dal ve Hülya Dizmen.

Oyun, Sokrates’in idamını beklediği gece başlıyor. Sabah olup da horozlar öttüğünde baldıran zehri içirilerek idam edilecek olan Sokrates, son saatlerini uyuyarak geçiriyor. Ta ki başında beklemekle görevli gardiyan gelip onu uyandırana kadar. Gardiyanın, son saatlerini başka bir şey yapmak yerine neden uyuyarak geçirdiği üzerine duyduğu merak aralarında başlayacak uzun bir sohbetin kapısını aralıyor. Oyunun ilk perdesi, Sokrates ile gardiyanın, devletlerin yönetim biçiminden Sokrates’in cürmüne, gardiyanın geçmişinden ikilinin özgürlük dilemmalarına kadar birbiriyle ilintili birçok konuda yaptıkları sohbetlerle sürüyor.

İkinci perdede ise oyuna Sokrates’in eşi Ksantipi’nin dahil olmasıyla birlikte oyunun temposu hızlanıyor, izleyicinin zihnindeki soru işaretleri sayısı artıyor. Ksantipi, Sokrates’i tutulduğu cezaevinden kaçırmanın planları yapıyor. Bu planlar bir gardiyan ile bir düşünürün konumlarının değişmesine yol açıyor. İzleyici bu değişimden sonra sahnede birbirlerinden öğrendikleriyle düşünürü ve gardiyanı oynayan iki karakter görüyor. Evvelki sohbetlerinde katılmadıkları, sert argümanlarla karşı çıktıkları eylemlerin başrollerinde buluyorlar kendilerini. Taraflar değişmesine rağmen ikili arasındaki çekişme katiyen son bulmuyor.

Oyunun yalın bir sahne tasarımı var. Cezaevinin duvarlarına -oyun sırasında öğrendiğimiz kadarıyla- gardiyanın yaptığı heykeller dizilmiş. Salona girildiğinde ilk dikkati çekenler onlar oluyor. Cezaevinin atmosferi ses ve ışık oyunlarıyla yansıtılıyor izleyiciye. Sahnede çok fazla dekor nesnesi yok. Sokrates’in tutulduğu demir parmaklıklı koğuş örneğin. Bir karenin köşelerinden dört tane ışıkla çevrelenerek tasarlanmış. Ortada ne bir demir parmaklık ne de bir duvar var. Fakat oyun boyunca Sokrates’in o parmaklıkları aşıp da neden zehire uzanamadığının alametifarikasını anlamayan hiçbir izleyici olduğunu sanmıyorum. Böyle sahne tasarımlarını çok seviyorum. Doya doya oyuncuyu görebildiğim, oyuncudan rol çalmayan ve göstermek istediğinden de eksik kalmayan.

Üç oyuncuyu da beğendim. Oyunun ilk perdesinde Mehmet Atay ve Oktay Dal‘ın karşılıklı harikulade bir oyunu var. Fakat itiraf etmeliyim ki ilk perdenin sonlarına doğru odağım sahnede değilken yakaladım kendimi birkaç kez. Metni okumadığım, oyunun üzerine çalışmadığım için ahkâm kesemeyeceğim ama aynı sahneleri yeniden izliyormuş hissine kapıldım nadiren de olsa. Fakat Hülya Dizmen‘in oyuna dahil olmasıyla birlikte oyunun temposu da yükseldi ve etkileyici bir final sahnesiyle son buldu.

İzleyicisini özgürlük, tutsaklık, ceza, hüküm, inanç ve korku gibi konularda düşünmeye teşvik eden dolu dolu bir oyun Sokrates’in Son Gecesi. Düne, bugüne ve bunların arasında hiç değişmeyenlere dair izleyicinin yüzüne yüzüne söyleyecek çok fazla sözü var.

Belki de insanın yeryüzünde yeri yoktur.

OYUN KÜNYESİ
Yazan: Stefan Tsanev
Çeviren: İsmail Bekir Ağlagül
Yöneten: Mehmet Atay
Oynayanlar: Mehmet Atay, Oktay Dal, Hülya Dizmen
Süre: 1 saat 50 dakika (2 perde)