Yaklaşık okuma süresi: 5 dakika
Radyum Kızları oyununu geçtiğimiz akşam Üsküdar Tekel Sahnesi‘nde izledim. Son olarak 2017’nin bu aylarında Nehrin Solgun Yüzü ve Romeo ve Juliet oyunlarını izlemek için gitmiştim Üsküdar Tekel Sahnesi’ne. Bileti almakta biraz geç kaldığım için gediklisi olduğum B12 koltuğundan olmasa da yine civarından izledim oyunu.
Karden Kasaplar‘ın kaleme aldığı Radyum Kızları’nı İstanbul Devlet Tiyatrosu bu sezon Laçin Ceylan yönetmenliğinde sahnelemeye başladı. Karden Kasaplar, 2018 başında Urla Belediyesi ve İzmir Devlet Tiyatrosu’nun ortaklaşa düzenlediği Necati Cumalı Oyun Yarışması‘nı kazanarak Radyum Kızları oyununu Devlet Tiyatroları repertuvarına dahil etmeyi başarmış. Oyun kalabalık denilebilecek bir oyuncu kadrosuyla sahneleniyor.
Dünya savaşları sırasında Amerika Birleşik Devletleri‘ndeki Waterbury Saat Fabrikası‘nda ölümüne çalışan bir grup işçi kadının mücadelesini konu alıyor oyun. Kimyager Marie Curie‘nin buluşu olan Radyum, bu fabrikada ordudaki askerlere gidecek kol saatlerine ışıltı vermek için kullanılıyor. Fakat bu ışıltı zamanla o kadar insanın dikkatini cezbediyor ki makyaj malzemelerinden gıda maddelerine kadar her türlü endüstriyel ürünün içerisine zerk edilmeye başlanıyor. Kadınlar güzelleşmek için yüzlerine sürüyor, çocukların tükettiği çikolataların içerisine katılıyor. İnsan sağlığına herhangi bir zararı dokunacağı düşünülmeden, dahası ihtimal dahi verilmeden. Muteber kişiler tarafından bunun aksi yönünde yapılan açıklamalar da birbirinin ardı sıra hastalanan işçi kadınların aklına Radyum ile ilgili en ufak bir şüphe düşürmüyor.
Türlü badireler atlattıktan sonra hastalıklarının sebebinin Radyum olduğunu anlayan işçi kadınlar, hâlâ tıkır tıkır işlemekte olan fabrika karşısındaki haklarını aramayı hukuki yollardan sürdürmeye başlıyorlar. Fakat bu süreç sandıkları kadar kolay olmuyor. Bir yandan her gün daha kötüye giden sağlıkları ve ölümüne tanık oldukları arkadaşları dirençli kalmalarını engellerken bir yandan da hukuk çevreleri tarafından bekledikleri alakayı görmemek davalarını hak aramanın ötesinde ölümüne bir mücadeleye eviriyor.
Oyunu izlerken aklımda adım adım tek bir soru vücut buldu. Bir insan, oldukça düşük şartlarda, uzun mesai saatleriyle ve her gün yitip giden sağlığına şahit olarak neden bu fabrikada çalışmayı sürdürür? Oyun bunu çok az sosyal çevre -anne babasına ve kardeşlerine bakmak zorunda olmak gibi- ve bolca milliyetçilik sosu olarak yanıtlıyor. Fabrikanın ordudaki askerlere çalışıyor olması işçilerin mevcut düzeni bozmalarının yalnızca bireysel bir eylem olmaktan ziyade, hemen peşinden toplumsal bir baskıyı tetikleyeceği hissini veriyor işçilere. Düşük şartlara karşı işçileri motive etme yöntemi olarak da yine aynı milliyetçilik vurgusu kullanılıyor.
Cesaret, korkuyla karşılaşmamıș olanların uydurduğu bir masal.
Oyunun benim için en vurucu sahnelerinden birisi güzelliği ile tanınan, -öyle ki fabrikadaki işi dışında reklam çekimlerinde boy gösteren- Merve Şeyma Zengin’in canlandırdığı işçi kadının güzelliğini kaybetmesiydi. Daha fazla güzelleşmek için yüzüne sürdüğü Radyum, ilk onun güzelliğini aldı elinden. Yüzüne bakılmaya kıyılamayan bir kadınken, yüzüne bakılmaktan korkulur bir kadın hâline geldi. Oyunu İzlerken ve sonrasında bu sahneyi düşündüğümde aklıma Hacer Arıkan‘ı getirmeden edemedim tüylerim diken diken olarak. 2000 yılındaki Hayata Dönüş operasyonları sırasında Bayrampaşa Cezaevi‘nde yatmakta olan Hacer Arıkan’ın, yapılan müdahaleler esnasında kullanılan kimyasal maddeden dolayı bütün vücudu yanıyor ve âdeta eriyip akıyor. Daha sonra yaşadıklarını anlatırken yaptığı açıklamayı her okuduğumda ürperiyorum.
Ben, beni yakan maddenin ne olduğunu bilmek istiyorum. Benim ve arkadaşlarımın kıyafetleri yanmadı. Ateş yoktu ama yanıyorduk. Sadece derimiz yandı, sonra damla damla aktı, uzadı, döküldü. Bir yıl içinde sekiz ameliyat geçirdim, ondan öncekilerin sayısını bilmiyorum. Bir bacağımdan alınan derilerle kafatasım, diğerinden alınanlarla yüzüm yapıldı. Bir yıl öncesine kadar burnum yoktu. Omzumdan alınan parçalarla da burun yaptılar. (…) Devrim yaptığımız zaman çok güzel olacak her şey. Çünkü ben devrime güzelliğimi verdim.
Oyunun ikinci perdesi, devam eden davada davacıların yani işçi kadınların konuşmalarıyla sürüyor. Bu konuşmalar karşısında davalarına bakan hakimlerin onlarla iletişimi, hukukun nasıl güçlüden taraf olarak yozlaşabileceğini gözler önüne seriyor. Bunu yaparken hakimlerin kullandığı eril dil cinsiyet fark etmeksizin herkese hiddetli bir rahatsızlık veriyor. Bu dili kullananların yaygın profiline uygun olarak, kadını yalnızca bir anne olarak tanımlayıp başka hiçbir vasfa sahip olmasını mevzubahis etmiyorlar. Bir nevi erkek hegemonyası ve kadını kontrol altında tutma dürtüsüyle umursamazca karşılıyorlar işçi kadınların haklı yakarışlarını.
Bu konuşmalar sırasında çok beğendiğim bir detay var. Ne zaman konuşma sırası aklı başında, sözü ses getirecek bir kadına gelse hakimler tarafından sözü yarıda kesiliyor ve karga tulumba mahkeme salonundan dışarı çıkarılıyor. Ne zaman ki geçirdiği rahatsızlıklardan dolayı akli dengesini kaybetmiş bir işçiye söz veriliyor, o konuşmanın sonu gelmiyor. Birbiriyle ilgisiz onlarca şey söylüyor. Belki tek tek incelense hepsi yaşadıklarıyla ilgili bir ipucu verecek ama bir bütünü oluşturduklarında hiçbir geçerliliği olmuyor söylediklerinin. Davacılar arasında en çok konuşma hakkı ona tanınıyor. Söyledikleri hiçbir şeyi değiştirmeyeceği için.
Oyunculardan Çiğdem Aygün dışındakileri ilk defa sahnede izledim. Çiğdem Aygün’ü de daha önce Altıdan Sonra Tiyatro’nun Yalınayak Müzikhol oyununda izlemiştim. 2017 yazında Özgürlük Parkı’ndaki Kadıköy Tiyatro Festivali’nde. Hem oyunculuğundan hem de kafamda kurduğum Hacer Arıkan benzeşmesinden dolayı Merve Şeyma Zengin‘i ve oynadığı rolü çok beğendim. Keza Deniz Danışoğlu da oyunu ikinci perdeye bağlayan yüksek tempolu oyunuyla dikkat çekiciydi.
Oyuncuların hastalık durumlarını izleyiciye yansıtmak için yapılan ciddi bir makyaj çalışması var. Enteresandır, bir sahne önce ayakta koşup zıplayan işçinin bir sahne sonra tekerli sandalyeyle güç bela hareket ediyor olabilmesi, yüzdeki keskin bir yara izi kadar etkilemiyor izleyiciyi. Tekerlekli sandalyeyi kanıksamış ve görsele gereğinden fazla değer atfetmiş olmamızdan kaynaklı sanırım.
Oyunun alt başlığı “Bir Peri Masalı“. Anlatımında sıklıkla bu masal vurgusuna başvuruluyor. İşçiler arasında en güzel masal anlatanın söylediklerine diğer işçilerin kayıtsız şartsız inanması gibi çok güzel oksimoron örneklerle işleniyor. Ama tüm oyuna baktığımda ortaya çıkan masalsı anlatım beni pek etkilemedi. Bir de sanıyorum George Orwell‘ın Hayvan Çiftliği romanıyla aynı alt başlığı seçmek hem bir talihsizlik hem de istemsiz bir mukayese sebebi.
Heyecanlanarak gittiğim ve heyecanımın karşılığını büyük oranda veren bir oyun oldu Radyum Kızları.
Şimdi kim hiçbir şeyin değişmediğini söyleyebilecek kadar cesur?
Yazan: Karden Kasaplar
Yöneten: Laçin Ceylan
Oynayanlar: Çiğdem Aygün, Deniz Danışoğlu, Merve Şeyma Zengin, Ezgi Erdilek, Refiye Genç, Sena Başdoğan, Okan Değirmenci, Tuğçe Aksum, Kerem Tanık, Ebru Terzi, Esra Balaban, Gamze Cankara, Mustafa Ergüven, Hasan Ali Yıldırım, Oğuz Edis
Süre: 2 saat 35 dakika (2 perde)