İzledim: Samanyolu’nu Bilir misiniz?, Limon, Suzy Storck

Yaklaşık okuma süresi: 4 dakika

Samanyolu’nu Bilir misiniz?

Davran Tiyatrosu‘nun ikinci yapımı (ilki yeniden sahnelenen Üçü Bir Arada) Samanyolu’nu Bilir misiniz? oyununu Kozyatağı Kültür Merkezi‘nde izledim. Mart ayı içerisinde izlemeyi planladığım oyunlar, ya oyuncu rahatsızlığından ya da kar yağışından ötürü iptal edildi. Samanyolu’nu Bilir misiniz? de yoğun kar yağışı ihtimalinden dolayı oyun iptallerinin bolca olduğu bir akşamda oynandı.

Karl Wittlinger‘ın metni, Sevim Özakman çevirisiyle sahneleniyor. Aynı zamanda rollerini paylaşan Cem Davran ve Hakan Gerçek birlikte sahneye koyuyorlar oyunu. Oyunun ana karakterlerini bir doktor ve hasta oluşturuyor. İçinden geçtiği savaş atmosferinde kimliğini kaybetmiş bir hasta, başvurduğu asabiye doktoruyla başından geçenleri konu alan bir tiyatro metni paylaşıyor. Doktor da hastanenin bir etkinliğinde bu oyunu diğer hastalara, yani bizlere oynama kararı alıyor. Oyun boyunca doğrudan olmasa da dolaylı olarak izleyici de oyunun içerisinde yer alıyor. Oyuncular, izleyicilerin orada olduğunu biliyorlar. Hastanın hayatından farklı kesitleri izliyoruz iki perde boyunca. Savaşın yerle bir ettiği hayatını, adım adım nasıl kimliksizleştiğini ve tüm bunlara rağmen hayatta kalmak için yaptıklarına şahit oluyoruz hastanın. Oyunda Cem Davran hastayı oynarken Hakan Gerçek ise hastanın hayatına dokunan karakterleri dönüşümlü olarak oynuyor.

Oyuna dair birkaç eleştiride sahneler arasındaki geçişlerin birbirinden kopuk olduğuna dair yorumlar okumuştum. İzlerken ben de bunu bariz şekilde fark ettim. Oyunun derdini anlamakla birlikte bunu anlatış biçiminde bir eksiklik olduğu kanaatindeyim. Metni okuma imkânım olmadığı için bunun ne kadarının metinle alakası var bilemiyorum. Oyun sahnelenmeye başlayalı henüz iki ay olmuş. Belki zamanla ritmini bulur. Fakat her hâlükârda Cem Davran ve Hakan Gerçek’i sahnede izlemek büyük keyif oldu benim için. İkisi de harikulade oynuyorlar. Son zamanlarda, 24 sene önce birlikte oynadıkları Ruhsar‘dan bölümler izliyorum açıp açıp. Oyun bu yönüyle zamanda bir kırılma yaşattı bana. Biraz da bu sebeptendir ki sahneden yaydıkları dostane enerji, iki iyi oyuncununkinden çok daha fazlasıydı o akşam.

Limon

İstanbul Devlet Tiyatrosu‘nun Limon oyununu Kozyatağı Kültür Merkezi‘nde izledim. Memet Baydur‘un metni Semih Kaplanoğlu rejisiyle sahneleniyor.

Limon, kurgusu itibarıyla alışılagelen tiyatro metinlerine pek benzemiyor. İçe içe geçmiş, çok katmanlı bir yapısı var. Bir de üstüne üstlük bir sinema yönetmeni tarafından sahneye koyulunca işler izleyici açısından epey karmaşık bir hâl almış. Soğuk bir kış akşamında farklı neden ve tesadüfler sonucu aynı evde toplanmaya başlıyor karakterler. İzleyiciler ilk perdede karakterler arasındaki bağlantıları çözmeye çalışırlarken ikinci perdede bambaşka bir kurguyla karşılaşıyorlar. Karakterler tanışıp kaynaştıkça konuşmalarının satır aralarından hayata ve ilişkilere dair fikirler saçılıyor etrafa. Bu yönüyle bilinç akışı tekniğiyle yazılmış bir öyküyü andırıyor. Metaforlarla dolu, didaktik olmaktan uzak ve kolay anlaşılma çabası gütmeyen bir öykü. Elbette böyle bir metnin salondaki tüm izleyiciyi mutlu etmeyeceği aşikâr. Perde arasındaki kaçışlar ve izleyicilerin kendi aralarındaki konuşmaları da bu kanıtlar nitelikteydi.

Fakat ben oyunu beğenenlerin tarafındayım. Farklı bir deneyim yaşadım. O çok açık. Edebiyatta ve sinemada benzerlerini çokça gördüğüm bir türün tiyatro sahnesindeki tezahürü gibiydi Limon. Sinemada olsa daha fazla beğeneceğim tek mekan kullanımı, uzun sekanslar gibi pratiklerin tiyatro sahnesinde ne kadar karşılığının olup olmadığını hâlâ düşünüyorum. Aynı rejiyi bir kısa filmde izlemiş olsaydım çok daha mutlu çıkacağıma emin gibiyim salondan. Son olarak ise oyunculardan Necip rolündeki Murat Sarı‘yı ve Aslı rolündeki Melike Durak Aras‘ı çok beğendiğimi söyleyeyim.

Suzy Storck

Moda Sahnesi‘nin bu sezon sahnelemeye başladığı yeni oyunu Suzy Storck‘u Moda Sahnesi Büyük Salon‘da izledim. Bu oyun da enteresan bir deneyim oldu benim için. 2022 senesinde, Kadıköy’ün orta yerinde, ışıldaklarla aydınlatılan bir salonda tiyatro yapılıyor. Moda Sahnesi’nin fahiş elektrik faturası zamlarına karşı başlattığı #ödemiyoruz direnişiyle ilgili şuraya bakılabilir.

Magali Mougel‘in metni aynı zamanda oyunun oyuncularından da olan Reyhan Özdilek tarafından çevrilmiş ve Kemal Aydoğan rejisiyle sahneye koyulmuş. Oyunun diğer oyuncuları ise Aybanu Aykut, Çağlar Yalçınkaya ve Mert Şişmanlar.

Oyun, hayatta kendisine mal edilen, iş addedilen görevleri sorgulayan, bu görevlerin getirdiği tüm baskılara rağmen kendisi için varolmaya çalışan Suzy Storck‘un hikâyesini konu alıyor. Suzy Storck, bir yandan çağının getirdiği eşitsizliklerle mücadele ederken bir yandan da ailesinden kadim bilgi olarak gelen ve aynı sisteme hizmet eden geleneklerle mücadele etmek zorunda kalıyor. Suzy Storck’un hikâyesi bir anlatıcı vasıtasıyla kronolojik olmayan bir sırayla anlatılıyor. Hikâye pek yabancı değil. Her gün bir şekilde faili, şahiti veya öznesi olduğumuz, normalleşmesinden aldığı güçle kutsallaştırılıp üzerine konuşulmayan gerçek hayat pratiklerinin konsantre bir hâli. Aybanu Aykut‘un canlandırdığı anne karakteri tam da bu kutsiyetin bir temsili. Sürekli kızıyla olan hesaplaşması, kızının maruz kaldığı psikolojik ve cinsel şiddete ses çıkarmayışı, kızının eşiyle hiç karşı karşıya gelmeyişi, hepsi, aynı düzenin devam etmesi için bilerek veya daha fenası bilmeyerek yapılan şeyler.

Başta Reyhan Özdilek olmak üzere tüm oyuncuları çok beğendim fakat Mert Şişmanlar için ayrı bir parantez açmak isterim. O kadar iyi oynadı ki oyunu izlememin üstünden iki gün geçmesine rağmen karakterine duyduğum hisler zerre azalmadı. Aksine, hatırladıkça içim gıcıklanıyor. Son zamanlarda izlediğim en iyi işlerden birisi oldu Suzy Storck.