İzledim: Ağaçların Kokusu

Yaklaşık okuma süresi: 5 dakikaModa Sahnesi‘nin Ağaçların Kokusu oyununu, geçtiğimiz hafta sonu matine temsilinde izledim. Eylül ayında sezonun ilk oyunu olarak izlediğim Kıyı‘dan sonra Moda Sahnesi’ne yolumun düşmediğini bu günlüğü yazarken fark ettim. Olabildiğince farklı salonlarda oyun izleme niyetiyle başlamıştım bu sezona da. Yine pek becerebildiğim söylenemez. Alışkanlıklar kolay kolay değişmiyor ama elimden geldiğince farklı sahneler görmeye çalışıyorum. Bu ay içerisinde pek aşina olmadığım Kadıköy Theatron ve Entropi Sahne‘de iki oyun izleyeceğim. Theatron’da daha önce BAM‘ın Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin oyununu izlemiştim ama Entropi Sahne’deki ilk oyunum olacak.

Ağaçların Kokusu, Koffi Kwahule‘un kaleme aldığı bir oyun. Oyunun oyuncularından Ezgi Coşkun‘un çevirisiyle sahneleniyor. Moda Sahnesi’nin ilk Koffi Kwahule oyunu değil. Bira Fabrikası ve Arıza / Blue-s Cat oyunları hâlen sahnelenmeye devam ediyor Moda Sahnesi bünyesinde. Edebiyat Haber‘deki -daha sonra BirGün‘de de yayımlanan– prömiyer duyurusunda bahsetmiştim ama burada da çok kısa tekrar edeyim. Koffi Kwahule, geçtiğimiz ekim ayında Moda Sahnesi ve Fransız Kültür Merkezi tarafından düzenlenen bir dizi etkinlik için İstanbul’a geldi. Özel gösterimler ve söyleşilerden oluşan etkinliklerde Ağaçların Kokusu oyununun da okuma tiyatrosu sahnelendi. Oyunun izleyiciyle ilk teması o temsilde gerçekleşti.

Ağaçların Kokusu, benim için özel bir oyun. Duyurularıyla konusundan az çok haberdar olmaya başlayınca artan heyecanımı üçüncü temsiline kadar dizginleyebildim. Koffi Kwahule, Ağaçların Kokusu’nda bir kentin dönüşmesini odağına alarak yine insana dair bir hikâye anlatıyor. Yaklaşık on beş sene gibi bir zaman içerisinde iki tane kentsel dönüşüm serüveninin içerisinde bulundum. Birinin çok yakın bir tanığı, diğerinin ise bizzat öznesi olarak. Bu süreçte hayvan pazarlarının üniversitelere, çocukların oyun alanlarının metrobüs duraklarına, bahçeli müstakil evlerin iş merkezlerine ve Fikirtepe‘nin Brooklyn City‘e dönüşmesine şahit oldum. Daha küçük yaşlarımda adını koyamadığım bu sevimsiz hissin acı olduğuna kanaat getirdim yakın dönemde. Muhatabı dışındakilere tarifinin çok zor olduğu ve beraberinde iç sıkıntısı getiren kesif bir acı.

Kentsel dönüşüm, parayla ve inşaatla olan ilişkisinin yanı sıra insan hafızası için de âdeta ampirik bir unsur. Senelerce içerisinde yaşadığın mahalle bir gün bir yerinden kırılıp dökülmeye başlıyor. Yaşadığın binaya çakılan proje levhasıyla kırılıp dökülmede sıranın sana ne zaman geleceğini beklemeye başlıyorsun. Padişah fermanı gibi bir karar. Karşı çıkacak hareket alanın yok. Toplum baskısı var, eşinin dostunun ikna çabaları var, çok fazla para var, çocuklara da birer daire var, fransız balkon var. Planlanan dönüşüm tamamlandığında mahalle halkının ne kadarının orada yaşamaya devam edeceği zaten herkesin dilinde ayyuka çıkmış bir söylence. Günün birinde tecrit edildiğin yerden mahallene yolunu düşürdüğünde karşılaştığın manzarayı zihnin uzunca bir süre reddediyor. “Burada daha önce ne vardı?” sorusu her adımında seninle birlikte geliyor ve bu soruyu yanıtlayamadıkça kendinde bir demans hastası çaresizliği hissetmemen için hiçbir sebep yok. Kentsel dönüşüm, hafızanın üstünden silindir gibi geçerek henüz bunamadan bunama pratiği yaptırıyor insana.

Koffi Kwahule, kilometrelerce öteden çok tanıdık bir hikâye kaleme almış. Öyle ki oyun, yazarın ve karakterlerin isimleri değiştirilerek duyurulsa yadırgayacak tek kişi bulunmaz sanıyorum. Üstüne üstlük hafife dahi alınabilir yazarın haber bültenlerinde ne gördüyse onu yazdığı bahane edilerek. Dört karakter var oyunda, Na’aba, Zein’ke, Ezeckiel ve Sahiine. Bir de antagonist olarak konsorsiyum. Karakterlerin dilinden duyduğumuz, hiçbir üyesini görmediğimiz ama hakkında üç aşağı beş yukarı bir karakter kadar fikir sahibi olduğumuz topluluk.

Konsorsiyum para kaybediyordu. Çok para. Konsorsiyum böyle şeyleri sevmez.

Sahiine, ayrılışından yirmi sene sonra doğduğu şehre ölen babasını mezarı başında anmak ve onun evinde bir gece geçirmek için geri dönen bir kadın olarak çıkıyor izleyici karşısına. Fakat onun yokluğunda bir dönüşüme uğramış, yeni yollar, yeni yapılar sahibi olmuş, bunlar sayesinde içerisindeki insanların müreffeh bir yaşam sürmeye başladığı şehrinde otogardan evine gidecek yolu dahi bulmakta zorlanıyor. Şehre geldiğinde karşılaştığı ilk kişi olan belediye başkanı, eski dost Na’aba‘dan öğreniyor şehrinin akıbetini. Bir süre sonra şehre gelmesini sağlayan naif isteği erkek kardeşi Ezeckiel‘den öğrendiği travmatik bir olayla yerle bir oluyor. Bu olayın üstüne sebat göstererek gitmek istemesi ise şehirde kimsenin hoşuna gitmiyor ve kendisini bir anda düzen bozan, istenmeyen bir kadın hâline büründürüyor diğerlerinin gözünde. Oyundaki şehir Loropeni, dönüşümüyle birlikte kendi muteber kişilerini de yaratmış. Bunların başında belediye başkanı Na’aba ve milletvekili Zein’ke geliyor. Şehrin refahından mesul görülen bu kişiler, süregelen iktidarlarını bozacakları endişesiyle Sahiine’ı kendilerine düşman biliyorlar.

Bana göre oyundaki baş karakter Ezeckiel. Hikâyenin düğümünü çözecek veya daha çok sıkacak karakter o. Yaşanan tüm olaylardan haberdar, kimin dost kimin düşman olduğunu adı gibi bilen ama kişisel menfaatlerinin ötesine geçip geçmemek konusunda kararsız bir genç. Masallarla kandırılabilecek kadar genç. Ezeckiel’i ortalık yangın yeriyken yalnızca kendi terfisini gözeten bir çalışan veya takımı küme düşerken farklı bir takıma transferini tasarlayan bir sporcu gibi düşünmek mümkün. O yüzden ben Ezeckiel’i salt bir karakterden ziyade bir tavırla ilişkilendirdim zihnimde. Ya durup mücadele edecek ya da görmezden gelip üstünü kapatacak ve bundan kendine çıkar sağlayacak.

Aslında Ağaçların Kokusu’nda her karakter benim için bir hissi çağrıştırdı. Zein’ke mesela, çok hırslı bir kadın. Bedeli ne olursa olsun, neye mal olursa olsun gayesinden geri bir adım atmıyor. Na’aba vakti geçmiş bir nedameti anımsattı bana. Bir şekilde yaşananların tetikleyicisi ve şehrin dönüşümünde etkin rol sahibi olmuş ama nihayetinde bulunduğu konumdan memnun değil. Fakat zımni bağlarından dolayı hırsın tarafında olmak dışında da yapabileceği bir şey yok artık. Sahiine ise hepsinin arasında naifliğiyle bir inayet temsili. Cenaze alayının zifiriliğinde rengarenk kıyafetlerle dans eder gibi. Önceleri ismi olmayan sonraları ise “huzur” olarak seslenilen çocuğu Na’aba’nın yaşadığı nedametin somut bir temsili olarak düşündüm. Onunla yalnızca sarhoşken konuşması bende bu intibayı bıraktı.

Oyunun bana kurgu olduğunu hissettiren tek noktası, yazarın Sahiine karakterini yirmi sene sonra şehrine gönderdiğinde onun şehri tanıyamaması oldu. Yirmi sene çok fazla. Koffi Kwahule buralarda işlerin nasıl yürüdüğünü bilseydi kemiksiz üç seneye sıkıştırırdı tüm hikâyeyi.

Ağaçların Kokusu şimdiye kadar izlediğim Moda Sahnesi oyunlarından en beğendiğim oldu. Muhakkak oyunun derdinin bende kişisel bir karşılık bulmasının bir miktar etkisi vardır bunda. Zein’ke rolündeki Ezgi Coşkun ve Na’aba rolündeki Timur Acar’a Moda Sahnesi’nin diğer oyunlarından aşinayım. Ezeckiel rolündeki Gurur Çiçekoğlu ve Sahiine rolündeki Ebru Saçar‘ı ilk defa sahnede izledim ve açıkçası Ebru Saçar’ı daha önce izlememiş olmama üzüldüm. Bengi Günay‘ın sahne tasarımlarıyla ilgili sanıyorum her oyunda aynı şeyleri tekrar ediyorum. Yakın zamanda izlediğim oyunların sahne tasarımlarını beğendiklerimden yalınlığın dayanılmaz hafifliği temalı bir derleme yapacağım. İçerisinde Ağaçların Kokusu muhakkak olacak.

Oyun bir saat yirmi beş dakika ve tek perde olarak sahneleniyor. Oyunun süresinin iki saatten az olduğunu görünce, Renkli BirGün’deki sohbette Onur Ünsal‘ın, Kemal Aydoğan‘ın iki saatten kısa oyun yapmadığına dair tatlı sitemini anmadan edemedim.

OYUN KÜNYESİ
Yazan: Koffi Kwahule
Çeviren: Ezgi Coşkun
Yöneten: Kemal Aydoğan
Sahne Tasarımı: Bengi Günay
Oynayanlar: Timur Acar, Ezgi Coşkun, Ebru Saçar, Gurur Çiçekoğlu
Süre: 1 saat 25 dakika (Tek perde)