Yaklaşık okuma süresi: 4 dakikaModa Sahnesi‘nin Kıyı oyununu bu sezonun üçüncü oyunu olarak bir cumartesi günü matine temsilinde izledim. Böylece en son geçtiğimiz mart ayında Bakırköy Belediye Tiyatroları‘nın Seni Seviyorum Türkiye oyununu izlemek için gittiğim Moda Sahnesi’nin Büyük Salonu’na yeniden yolum düşmüş oldu. Yaz aylarına girerken aynı salonda Bira Fabrikası oyununu yeniden izlediğimi henüz anımsayabildim.
Daha önce Yanık isimli oyunu Devlet Tiyatroları‘nda oynanan Wajdi Mouawad‘ı ben Kıyı ile tanıdım. Moda Sahnesi’nin yapımları ekseriyetle benim için yeni yazarlarla tanışma vesilesi oluyor. Yalnızca Shakespeare oyunları burada bir istisna olabilir. Ama onlarda da sahneleme tercihleri sebebiyle daha önceki olası tanışmaları göz ardı edebiliyorum çoğu zaman.
Kıyı, hiç beklemediği bir anda ölüm haberini aldığı babasını, doğduğu topraklara defnetmek için uzun bir yolculuğa çıkan Wilfrid isimli gencin hikâyesini konu alıyor. İlk başlarda oldukça sıradan gözüken bu hikâye, Wilfrid’in ailesinin seneler önce savaş mağduru olarak doğup büyüdükleri topraklardan batıya göç etmiş olmalarıyla birlikte karmaşıklaşmaya başlıyor. Çıktıkları bu defin yolculuğu yol üzerinde karşılaştıkları insanların dahliyle izleyiciler için mistik bir ölüm ritüelini, Wilfrid için ise zamanda ters istikamette yapılan bir yolculuğu andırmaya başlıyor.
Bütün Çılgınlar Sever Beni oyununda Öznur Serçeler‘in çaldığı flütü -oyuncu değişiminden önce Aslı Tandoğan’ın çaldığı arpı da tabii- saymazsak Moda Sahnesi oyunlarında canlı müzik kullanıldığını pek hatırlamıyorum. Kıyı’da oyuncular sahnenin arkasındaki görece izole bir alanda toplanıp oyun içindeki müzikleri yaptılar. Müzikli gösteri niteliği taşımayan oyunlarda canlı müziğin göstere göstere yapıldığında izleyicinin odağını dağıttığını düşünüyorum. Bunun bir örneğini geçtiğimiz sezon Bakırköy Belediye Tiyatroları‘nın Terör oyununda gördüm. Oyunun başından itibaren izleyicinin mahkeme salonu olarak tahayyül ettiği alanın içerisinde bateri çalarak şarkı söyleyen birisi sahnede o ana kadar kurulan bütün gerçekliği sarstı maalesef. Moda Sahnesi bunu izleyicinin gözüne sokmadan ama o müziğin canlı yapıldığını da hissettirerek uygulamış.
Yine Moda Sahnesi oyunlarında gündeme dair göndermeler, metne harikulade bir şekilde adapte edilerek yapılıyor. Öyle ki çoğu zaman çok az kişi tarafından fark ediliyor. Düşününce aklıma ilk olarak Thomas Jonigk‘in Torun İstiyorum oyununda Bülent Çolak‘ın canlandırdığı rahip karakterine söylettirilen, “sizin huzurunuzda ölecek kadar talihli biri değilim” repliği geliyor. Bu sahneye salonda kahkahalarla gülen birkaç kişiden biriydim sanırım. Böyle bir tercih herkes tarafından anlaşılmamak gibi bir ihtimali beraberinde getiriyor ama sanıyorum ki Kemal Aydoğan anlaşılmamakla ilgili bu kadim çelişkinin sınırlarını zorlamaktan keyif alıyor. Fakat tüm bu yazdıklarımın aksine Kıyı’da beni şaşırtan isim telaffuz edilmesi oldu. (Şuradaki sohbette oyunun oyuncularından Onur Ünsal ve Mert Şişmanlar bu konuda birkaç şey söyledi. Oyunun yazarı Wajdi Mouawad’ın bu yönde bir talebi olmuş. Oyunu sahneleyecek toplulukların kendi ülkelerinde aynı kaderi yaşayan insanların isimlerini metne dahil etmelerini istemiş.) Yine oyunun kurgusu içerisinde ayrıksı durmayacak şekilde yakın geçmişten günümüze, hayatını muhtelif siyasi hadiseler sonucu kaybeden isimler izleyicilere hatırlatıldı.
Oyunda baba rolünü Uluç Esen, oğul rolünü ise Onur Ünsal canlandırıyor. Mert Şişmanlar, Melek Ceylan, Barış Yurtsever, Çağla Buldak ve Talha Kaya da baba ve oğulun yolculuğuna eşlik ediyor. Oyunun hemen başlarında baba karakterinin sakinliği, muhtemelen Uluç Esen’in Faust’undan fazla etkilenmiş olan beni huzursuz etti. Sahnede onu daha fazla izlemek istediğim için bu durağan oyunculuğuna bir müddet burun kıvırdım. Sonra dank etti kafama. Bir ölü, daha başka nasıl oynanabilirdi ki? Tabii ki baştan ayağa beyazlar içerisinde, tüm dünyevi heyecan ve hırslardan azade, şartsız bir sevinçle oynanacaktı.
En Kısa Gecenin Rüyası oyununda Nick Bottom‘ı canlandıran Caner Erdem, Kıyı’da Wifrid’in hayali şövalyesini oynuyor. Yine yerinde duramayan, oyunun mizahi yönünü destekleyen bir karakter olarak. Wilfrid’in çocukluğundan bu yana her zor anında yanında olan bir süper kahraman tasviri. Aynı zamanda Wilfrid’in büyüdüğünü anlamasına yardımcı olan dönüşümün de başkahramanı.
Özetle Kıyı, bir oğulun babasını doğduğu topraklara defnetme niyetiyle çıktığı yolda başından geçenleri ve onu bu yola iten nedenleri işliyor. Bu yolculuk esnasında savaşın yarattığı yıkımı iki aşk hikâyesinin naifliğiyle harman ederek anlatıyor. Karanlık atmosferinin içerisinde klişeleşmiş tabirle kızgın kumlardan serin sulara atlar gibi bir final vadediyor izleyicisine Kıyı. Sulara, burası mühim.
Ölmek, her iyi babanın oğlundan önce yapması gereken bir şey.
Yazan: Wajdi Mouawad
Çeviren: Ayberk Erkay
Yöneten: Kemal Aydoğan
Sahne Tasarımı: Bengi Günay
Oynayanlar: Onur Ünsal, Uluç Esen, Caner Erdem, Mert Şişmanlar, Melek Ceylan, Barış Yurtsever, Çağla Buldak, Talha Kaya
Süre: 2 saat 30 dakika (2 perde)