İzledim: Empatopya

Yaklaşık okuma süresi: 3 dakikaMam’Art Tiyatro‘nun Empatopya oyununu Oyun Atölyesi‘nde izledim. Nereye Gitti Bütün Çiçekler‘den sonra Mam’Art Tiyatro’nun izlediğim ikinci oyunu oldu.

Orijinal ismi Homo Empathicus olan Empatopya oyununun yazarı Rebekka Kricheldorf. Benim için yeni bir yazar, bu oyun vasıtasıyla tanıştım. Sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim hem metni hem de Oğuz Utku Güneş rejisiyle sahnelenen oyunu çok beğendim. Mehpare Bakır‘ın çevirisiyle su gibi akan bir oyun olmuş.

Empatopya, herkesin özgürce yaşayabildiği, her ne sebeple olursa olsun ayrımcılığın ve ön yargının kendisine katiyen yer bulamadığı, farklı cinsel yönelimlerin ve yaşayış biçimlerinin sonsuz saygıyla karşılandığı ideal bir dünyanın oyunu. Ütopya demek istemiyorum, çünkü akla gelen herhangi bir ütopik dünya tasvirinden çok daha fazlasını sunuyor Empatopya içerisinde yaşayanlara. Hatta öyle ki oyunu izlerken kimi zaman bu ideal dünyadan sıkılabiliyor, kendi gerçekliğinize bir an önce dönmek isteyebiliyorsunuz. En azından bende bıraktığı his böyle oldu. Jose Saramago‘nun Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş romanında, önceleri ölümsüzlüğü arayan ama bu mucizevi imkâna ulaştıklarında ise eski günlerine dönmek için sahip oldukları her şeyi feda edebilecek insanlar vardır. Hemen hemen onlarla aynı şeyi hissettim. Her şeyin fazla iyi olduğu bu dünyanın en büyük vaadi, daha iyi olamayacak kadar iyi hiçbir şeyin olmadığı. Yani her şeyin gelişime açık, iyinin daha iyi olmasının önünde insan iradesi dışında hiçbir engelin bulunmadığı. Herkesin birbirinden her an yeni bir şey öğrenmeye açık olduğu, yaşlıya yaşlı, gence genç demenin dahi kabalık sayıldığı -bunlar yerine daha uzun süredir yaşan ve daha az süredir yaşayan tabirleri kullanılıyor- bir ortamda rekabet gibi insanı insana düşman eden olgulara da hâliyle yer yok.

Kendi hâlinde mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşayan Empatopya sakinlerinin keyfi, kentlerine gelen iki tekinsiz yabancıyla bir anda kaçıyor. Dış görünüşleri ve dünyevi dertleri bize çok tanıdık gelen bu yabancılar, Empatopya sakinlerinin gözünde ise birer tarihi kalıntıdan, birer vahşiden fazlası olmuyor. Kendilerine benzemeyen, kaba saba hareketleri ve kötü alışkanlıkları olan bu yabancılar onlar için bir ilk insan temsili oluyor. Uzunca bir süre eylemlerini anlamlandırmaya çalıştıkları yabancıların kendilerine zarar verebileceklerini anladıkları anda ise onlardan kurtulmanın planlarını yapmaya başlıyorlar.

Makbule Mercan‘ın yaptığı kostüm tasarımlarını çok beğendim. Aslında Empatopya’da olduğu gibi beni içinde yaşadığım dönemden uzaklaştıran kostümlerden çok hazzetmiyorum. Bilhassa klasik oyunlarda. Bir türlü oyunun konusuna giremiyor, metnin derdini anlatmak için o şatafatlı kostümlere ihtiyaç olup olmadığını sorgularken yakalıyorum kendimi. Oyun da o sırada oynanmakta oluyor tabii. O yüzden Moda Sahnesi‘nin bir pantolon ve bir tişört ile oynattığı Hamlet, izlediklerim arasında en sevdiğimdir. Keza Tiyatro Bereze‘nin Macbeth‘i ve Semaver Kumpanya‘nın Cimri‘si de. Bu yüzden başlarda bir süre yadırgamış ve ön yargıyla yaklaşmıştım kostümlere. Ta ki tam o dünyanın görselliğine alışmaya başlamışken oyuna dahil olan Tuğrul Tülek ve Elif Melda Yılmaz Hatipoğlu‘nu görünceye kadar. O zaman anladım yapılmaya çalışılanı ve büyük oyunu gördüm.

Hikâyedeki konumu gereği Tuğrul Tülek dikkat çeken oyuncular arasında bir adım öne çıksa da, Empatopya tüm oyuncuların kolektif olarak kotardığı bir oyun. İzleyicisini bugünü ve yarınını, içinde yaşadığı medeniyeti ve olası sonraki medeniyetleri düşündürterek muhtelif dertlere gark ediyor. İyi gözükenlerin altını eşelemeyi, kötü gözükenlerin derdini anlamaya çalışmayı da ihmal etmiyor.

Empatopya, empatinin tam kalbinde, vahşilerden uzak, topluma yakın, doğayla iç içe, sağlıklı bir yaşam. Su, sebze kökleri ve esenlikler dolu bir hayat.

OYUN KÜNYESİ
Yazan: Rebekka Kricheldo
Çeviren: Mehpare Bakır
Yöneten: Oğuz Utku Güneş
Sahne ve Kostüm Tasarımı: Makbule Mercan
Oynayanlar: Ali Rıza Kubilay, Aykut Akdere, Ayşegül Tekin, Derya Artemel, Elif Melda Yılmaz Hatipoğlu, Goncagül Sunar, Ayşe Sedef Ayter, Melina Özprodomos, Murat Okay, Mustafa Ergüven, Tuğrul Tülek, Onur Öztay
Süre: 1 saat 20 dakika (Tek perde)